ROMA

 

 

İTALYA, ROMA

SADECE VE SADECE MICHELANGELO NUN PEŞİNDEN…

I saw the angle in the marble and carved until set him free……

Mermerin içinde hapsolmuş meleği gördüm ve o serbest kalana kadar mermeri yonttum…

MICHELANGELO

Bu cümleyi okuduğumda ondan çok etkilendim. Michelangelo merak etmeye ve araştırmaya başladım. Samimi bir merakla sorular sorar ve cevaplar aramaya çalışırsanız,       anlayamayacağız hiçbir şey olamaz. Alper Canıgüz’ün “Oğullar ve Rencide Ruhlar” romanında, şöyle harika bir ifadesi var; Havaya atılan bir cismin yere düşme eğilimi gibi bir şey bu.

Michlangelo dünyanın 5 büyük dehasından biridir. Michelangelo Buonarroti, 6 mart 1475 tarihinde Floransa’da dünyaya geldi.Onu bir taş yontucusunun karısı emzirdi. Çocukluğunda çekiçler ve taşçı kalemleri ile oynaması, onun büyüdüğünde heykele yönelmesinde etken olduğu söylenir. Çocukluğunda ressam Ghirlandaio’nun atölyesine çırak olarak verildi. Medici ailesinin ilgisini çekince, Medicilerin kurmuş olduğu, ünlü bahçe okuluna devam etti. Eski zamanlardan kalma eserleri tanımakla kalmayıp, zamanın önde gelen filozof, fikir adamı, bilgin ve sanatçı ile tanıştı. Saray cerrahından, insan anatomisi hakkında bilgi edindi. Roma’da Pietra katedralini yaptıkdan sonra, 1501’de Floransa’ya davet edildi. Kendisine Santa Mario Del Fiore kilisesinin avlusunda yatan kocaman bir mermer blok gösterildi. 40 yıl önce heykeltıraş Agostino bundan bir ‘David’ heykeli yapmak istemiş, fakat işe başlarken bırakmıştı. Sonraları da hiçbir heykeltıraş, Carrara ocaklarından getirilmiş bu mermere, ziyan etmek korkusuyla elini sürmemişti. Michelangelo bu blok için ‘Mermerin içinde hapsolmuş meleği gördüm ve o serbest kalana kadar mermeri yonttum… ‘sözleri sarf etmiştir.

Davud heykeli o kadar beğenildi ki Leonardo Da Vinci, Boticelli, Filippo Lippi, Peru Gino ve Piero di Cosimo’dan oluşan jüri tarafından, şehrin en önemli yerine konulması uygun görüldü. Daha sonra Roma Sistina Kilisesinin duvar ve tavanlarını dini fresklerle süsleme işi kendisine verildi. Tam dört yıl uğraşarak bu şaheseri yarattı. Önce yardımcıları ile işe girişmişti, beceriksizlikleri yüzünden hepsini kovdu. Bir deli gibi kiliseye kapandı, kapıları kilitledi, tek başına iskeleye tırmanıp, resimleri tamamladı. Bu çalışma tarzı son derece güç, adete öldürücüydü. Fresk tekniğinin gerekleri çok ağırdı, sıva üstünde fırçanın yürümesi zor olduğu için, boya duvar yaşken vurulmalıydı, bu durum fazla kuvvet sarf etmeyi gerektiriyordu. İskele tavana çok yakın olduğu için, çoğu zaman sırtüstü çalışıyor, yatıp kalkmaktan her tarafı yaralar, ağrılar içinde kalıyordu. Kilise törenle halka açıldığı zaman içeri girenleri yalnız iki çeşit tepkisi olmuş; hayret ve korku. Gördükleri şey herkesi hayrete düşürmüş.Artık onu şeytanın ta kendisi olduğunu düşünüyorlardı.

Çağdaşlarının gözünde ise çabuk kızan, sinirli, kendini beğenmiş alaycı ve aksi biriydi. Böyle bir karakter kimin ilgisini çekmez ki. Beni de İtalya ya götüren sebep o oldu.

Cesaret, bilgi, öngörü ve beyninde bitmiş bir ürünü görmek, bu teknik olarak konusuna çok hakim birinin sözleri olabilirdi. Fakat ‘hapsolmuş meleği, serbest bırakmak’ ise onu yaşaması, yaşatması ona başka bir boyut katmak istemesi, bu bambaşka bir şeydi.

 

 

İTALYADAN DAN NOTLAR…

.Filippo Brunelleschi . Mario Bota .Carlo Scarpa .Dante Benini .Massimilano Fuksas . Renzo Piano

İtalya zanaat ve sanatın birlikte yaşadığı bir dünya…

Roma Colosseum, MS.72-80 yılları içinde sadece 8 yılda tamamlanmış. 4 katlı olan yapının yüksekliği 50 metre, zemin kat yerden 4 metre yüksekliğinde, çevresi 527 metredir. .Yapının imparator için ayrılan ve diğerlerinden daha geniş olan, 4 ana giriş haricinde 80 adet girişi var. Colosseum 50.000 -55.000 kişi alabiliyormuş. Colosseum’daki bu girişler, kalabalığı sadece 5 dakika içinde boşaltacak şekilde tasarlanmış. İlk asansörü burada görebilirsiniz. Yapı mimarlık tarihinde bir çok şeye öncülük etmiş. Roma İmparatorluğu’nun ikonik sembolu olarak görünüyor. 19. yüzyıla kadar dünyanın en büyük anfi tiyatrosu olan yapı, günümüzde de modern stadyum mimarilerinde örnek alınmaktadır. Bu yapılar modern yapılara göre çok daha uzun bir deneyim sürecinden geçtikleri için mühendislik ve sanat olarak bugün bizim anlamakta zorlandığımız bir düzeye ulaşmışlar. Çok ciddi bir su kültürü var, çeşmelerin akıllara durgunluk verecek güzelliğinin yanı sıra, şehrin her tarafında hakim su şebekeleri, mühendislikte ve şehircilikte Romalıların ne kadar iyi olduklarının bir göstergesi.

Roma da olimpiyatların düzenlendiği bölgeyi de inceleme şansım oldu.

Vatika’nın içindeki Müze, dünyadaki bir çok müzeyle boy ölçüşebilecek düzeyde zengin..

Pantheon, tüm tanrıların tapınağı MS.7. yüzyıl Romanın kubbeli en eski yapısı.

Tasarım Kültürü, açısından Milano’yu iyi analiz etmek gerekir. Şehrin dışına doğru modern yapılara rastlayabilirsiniz. Fiera Milano Kompleksi, yapımına 2005 yılında başlanan, 345.000 m² inşaat alanı olan bu yapı Massimilano Fuksas’a ait. Fuksas bizde Bursa da tarihi hanlar bölgesi için bir proje çalışması yürütüyor.

Venedik 118 ada üzerine kurulu ve adaları ayıran 170 kanal ve birbirine bağlayan 400 köprü ile fiziksel yapısı gereği, otomobilin hiçbir zaman dahil olamayacağı bir şehir. Denizciliğin, ne kadar önemli bir şey olduğunu en iyi bu şehirde anladım.

Bütün şehirlerin ortak noktası, sürdürülebilir bir koruma. Bu korumalar o kadar büyük ölçekteki, sizi şaşkınlık içinde bırakabiliyor.(Kent bazında koruma ölçeği).Bizdeki koruma anlayışı neredeyse nokta ölçek de kalmış diyebiliriz. Yapı ne kadar direnip ayak da kalmışsa, bu bizde koruma olmuş. Bir şeyi kabul etmek gerekiyor, bu yapının başarısı, bizim değil.

 


This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.