SAINT TROPES

FRANSA, MONACO

. IEOH MING PEI . RICHARD RODGERS . RENZO PIANO . JEAN NOUVEL . GILBERT LEZENES . PIERRE SORIA . EDOUARD ALBERT . RENE COULON . PIERRE CHAREAU . JEAN MARIE GARET . GERART LAMBERT . BERNARD ZEHRFUSS . MARCEL BREUER . FREDERİC BOREL . PIERRE PARAT . MICHEL ANDRAULT . FRANCK HAMMOUTENE . HENRI CIRIANI . FRANK O. GERY. HENRY GAUDIN . CRISTIAN DE PORTZAMPARC . DOMINIQUE PERRAULT . FREDARIC BOREL . LE CORBUSIER . PIERRE JEANNERET . LUCIO COSTA . OLIVIER CLEMENT CACOUB PATRICK BERGER . GEORGES MAURIOS . ANDRE AUBERT . OSCAR NIEMEYER . BERNARD TSCHUMI . ANDIEN FAINSILBER . PHILIPPE CUAIX . KISO KUROKAWA . JOHAN OTTO VON SPRECKELSEN . BERNARD ZEHRFUSS . ZAHA HADİD

Paris’i şehircilik olarak çok merak ediyordum, kenti gezmek için can atıyordum, fakat Louvre’u daha çok merak ediyordum. Paris’e vardığımda İlk yaptığım iş, tam bir günümü Louvre ayırmak olmuştu. Mona Lisa çok zeki, akıllıca insanların tam gözlerinin içine bakmaya devam ediyordu, işte o an inanılmaz bir deha ile karşı karşıya olduğunuzu anlıyorsunuz, seyredileceğinden o kadar emin ki, ve zekasından o kadar haberdar ki, sanki onu seyredenlerle dalga geçer bir hali vardı, sonsuza kadar sizi izleyeceğim der gibiydi…

Peı’nın saf geometrik güzelliği de, bu yapı ve çevresine bambaşka bir değer katmıştı. Yapının çok açık ve her şeyi kucaklayan bir kurgusu var. Bu şehrin gerçek bir ritmi vardı ve her şeyde bunu hissedebiliyorsunuz. Şehircilik, geçmişten gelen bir kültür, hep üzerine eklenerek gelen çok gelişmiş bir anlayışa hakim. İyi korunmuş iki bölge öne çıkıyor, “Nortradam” ve “Sacre Couer”. Nortradam bembeyaz kumun üstünde inci tanesi gibiydi, büyüleyici strüktürü her an kanatlanıp uçacakmış gibiydi. Yapının cephesinden fışkırırcasına, her an yeni bir şey doğacakmış gibi bir anlatım dili vardı.

Hem eski binaların hem de yeni binaların bir özelliği çok dikkatimi çekti, çok ağır ve büyük yapılar olmalarına rağmen insanı hiç sıkmıyorlardı, aslında mimarideki her nesne, heykelsi bir obje haline bürünmüştü. Her unsur çok iyi detaylandırılmıştı. Ölçek kavramı buraya ait bir kavramdı sanki. Paris’i gezerken Yılmaz Zenger’in bir sözünü hiç aklımdan çıkaramıyordum “Müzisyenin iyi bir kulağı, film yönetmeninin zaman duygusu, mekan profesyonellerinin ise ölçek duygusuna sahip olmaları gerekir” der. Paris resimlerinde küçücük insan figürleri görürsünüz, neredeyse nokta şeklinde bir kafa birkaç çizgiyle oluşturulmuş insan bedeni, bu resimler gerçekten tam olarak Paris’i yansıtır.

Sevdiğim mimarlardan olan Oscar Niemeyer’ın, ilk kez bir yapısını görecektim, çok heyecanlıydım. Tek kelime ile çok şiirsel bir dili vardı ve zamandan koparılmıştı. Le Corbusier, mimarlık tarihinde kendinden en çok bahsettiren mimarlardan biridir sanırım. “Brezilya Pavyonu” için düşüncem, ilkel ama modern, soğuk ama sıcak, kaba ama zarif, birçok zıtlıkları içinde barındıran bir yapı, bu noktada oldukça kusursuz.Frank Gehry, Percy bölgesindeki “Cinematheoue” binasında onun için pek alışık olmadığı bir malzeme kullanmıştı. Her zaman ki gibi iç mekan anlatım dili çok zengindi. Jean Nouvel’ın, hep başka bir bakış açısı yakalamaya çalıştığını düşünürüm, tek tekrar ettiği şey, sanırım kırmızı renge olan tutkusu. Paris’ in olmazsa olmazı Hausman’ın yaptığı caddeler. Galleria La Fayette de, yapının içi ışıkla o kadar kirletilmişti ki, hemen hemen yapıyı okumak imkansızdı. La Fayette harika bir yapı olmasına rağmen satın alma ve satma dürtüsü, her şeyin büyüsünü bozmuştu.Her yer gereksiz ve anlamsız biçimde ışıl ışıldı. Paris’in pasajlarının bugünkü Avm’ lerin başlangıç noktasını oluşturduğunu düşünmekten kendimi alamasam da çok güzel ve zarif bir zanaat hakimdi.

La Defense’de bunu anlamak ve anlatmak oldukça güç, temel, geometrik bir form fakat çok anlamlı bir boşluk, gerçek bir mimarlık ile karşı karşıyasınız. La defense’ye 50 basamakla çıkarsınız tıpkı bir akropol gibi, burası acaba Modern Mimarinin mabeti mi? Sorusunu kendinize sormadan duramıyorum.

Görmek için heyecanlandığım bir başka bölge ise “Montmarte” idi. Ressamların ve sanatçıların yaşadığı bu bölge de, kimler yaşamamış ki, burada Van Gogh, Picasso ve Renoir’in   atölyelerinin olduğunu ve yaşadıklarını sanat tarihi kitaplarından biliyordum. Musee Rodin’de, Henry Moore vardı. Calder, Mondrian, Velmeer, Muncha, Turner, Dürer, Mapplethorpe, le creuset metrz, Antoni Tapies her an birinin eseri ile karşı karşıya kalabilirsiniz. Bizden Abidin Dino, Fikret Mualla, Bedri Rahmi Eyüpoğlu da bir zamanlar burada yaşamışlardı. Fikret Mualla’nın; Bütün akımların dışındayım, boyun eğ diyorlar, eğmiyorum, yağma yok.Ne ileri gidiyorum, ne geri, orta yerde kalıverdim. Sözleri kulağıma fısıldanıyordu sanki…

Paris beni oldukça yordu diyebilirim, ama sanki başka bir dünyaya adım attım. Paris’de gösteriş, görkem, büyüklük, güzellik ve ihtişam hepsi bu şehirde bir araya gelmişti. Bütün bunların yanında bilim, sanat ve mühendislik her yerde idi..

MNK


This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.