Prag

 

PRAG’DAN NOTLAR

Prag’ın havadan görünüşü diğer Avrupa şehirlerine nazaran daha yeşil ve insanı boyuttadır. Prag sokaklarında gezerken, her yerden klasik müzik sesleri gelir ve kenti dinlemeye başlarsınız. Mimarlık da ki sürdürebilirlik kavramı, Prag kentinin her yerinde hissettiğiniz bir şey. Kiliselerin dini işlevlerini yitirdikleri için, ikinci bir fonksiyon yüklenerek hayatlarına devam ediyorlar. Bazen kiliselerin içinde akşamları klasik müzik konseri, bazen de bir sergi ile karşılaşabiliyorsunuz.

Binaların köşelerinde kime ait olduğunu gösteren İsa veya Meryem heykellerini görürüz, bu bir işaret gibidir, kısacası her binanın bir kimliği vardır. Cephelerdeki armalar da o yapının hangi aileye ait olduğunu gösterir. Bazı cepheler, tıpkı bir tuval gibi kullanılmış. İnsanların, televizyonun olmadığı bir çağda,yapı üstünden gidilen sahne sahne anlatılan kurgular bunlar. Heykellerin bina ile ilişkileri ilginç ve ustalıklı, ondan ayrı bir figür gibi ama aynı zamanda da değil. Canlı, dinamik bir etkisi var. İspanyol sinagogu masalsı geometrisi sizi hemen içine alır ve mistik bir dünyada buluverirsiniz kendinizi. Binalardaki kübik etkileri yavaş yavaş yakalamaya başladım. “Metronom” bu mekanik heykel çok ilgimi çekti, mekanik şeyleri severim, bu benim için insan zekâsının bir göstergesidir. Prag kalesi ve içindeki Vitus katedrali’ nin görkemi muhteşem, 300 basamakla çıktığınız kulede, bütün Prag panoraması görürsünüz. Brunellschı’ nin Kubbesini okurken, bu kubbeyi yapma dürtüsünün nereden geldiğini anlattığını hatırladım. Katedrallerin payandaları o kadar ağır ve hantalmış ki, onları başka taşıyıcı arayışına itmiş. Bu yapıda asla ağır ve hantal strüktürü hissetmiyorsunuz, tam tersi âdete bir dantel strüktürün ayağı kaldırılmış olduğunu hissedersiniz. Charles Bridge, House of Black Maddone, Opera, Old Royal Palace bu yapılar, size bir Kraliyet kentinde olduğunuzu hissettirir.

İspanya için Miro, Picasso ve Dali neyse, Prag için Mucha odur

Kafka çok önemsediğim bir karakter. Kafka Museum’ deki Kafka anlatımı, en az onun iç dünyası kadar karanlıktı. 20.yüzyılı en iyi özetleyen yazarlardan biridir. Orijinal adı “Dönüşüm” olan, Türkçeye “Böcek” olarak çevrilen kitabı, benim için, Mimarlık literatüründe çok bahsedilen öteki kavramına karşılık geliyor. Aslında Kafka üzerinden “öteki”’ kavramını anlamak çok kolay oldu. Onun için söylenen “Yahudi olduğu için Almanlar tarafından sevilmemiş ve çok iyi Almanca konuştuğu için Çekler tarafından hor görülmüş” sözleri her şeyi özetliyor. Onun deyimiyle   “Doğru yol yerden bir karış yükseklikte bulunan gergin bir ip gibidir”. Fakat bu ip üstünde yürümek için değil de, insanın ayağının tökezlemesi  için vardır.” sözünü Kafka’nın heykelin de görürsünüz, bundan dolayı arkadaşının omzuna alınmıştır. Böylece ebediyen Kafka’yı bu ipten kurtarmak istemişlerdir.

Prag kentinin mimarisi size, tüm zamanların birlikte, nasıl yaşanabileceğini gösteriyor, bir taraftan Gotik ,Romanesk unsurlar bir taraftan da Kübik unsurlar var.

Brunellschı’nin Kubbesini okuduktan sonra, Katedrallere olan saygın ve merakım daha çok artmıştı. Daha çok vakit geçirmeye ve bir şeyler yakalamaya çalışıyordum. Salvoder kilisesinde bir klasik müzik konserine gittim. Amacım akustiğine bakmaktı, ama bambaşka bir şey oldu. Zihnimde Süleymaniye Camii ile bu kilisenin içinde gidip geliyordum, beynim iki mekanı karşılaştırma yapıyor gibiydi. Koca Sinan’ı hepimiz biliriz ama onun küçücük bir detayını bile anlamak ve hissetmek için çok caba sarf etmemiz gerekir. Her görünenin ardında, koca bir görünmeyen olduğu gibi.Benim için Sinan her zaman iyi bir mühendisti, ama ilk defa burada mimarlık dehasını anlamıştım.Tüm eserlerinde müthiş bir mekan kalitesi ve zenginliği yakalamıştı. Ben bu durumu ancak aynı zaman dilimindeki çağdaşı ile beraber karşılaştırabildiğimde kavrayabilmiştim. Mimar Sinan’ın mekan kurgusu o kadar çok taklit edilmiştir ki, bu mekansal kurguyu kendi ellerimizle sıradanlaştırdığımız kanaatine vardım ve daha da kötüsü, Koca Sinan ‘ın çok kötü taklit edildiğinin farkına varmak olmuştu.

Fred and Ginger Dancing binasının, çevresindeki dokudan bu kadar farklı olup da gözümüzü hiç rahatsız etmemesi gerçekten çok şaşırtıcıydı. Gehry daha da ileri gitmiş bay ve bayan karakter olan kütleleri bütün bir dokunun önüne çekmişti. Adeta restleşmek gibi bir şeydi bu, meydan okumak olarak da algılanabilirdi, ama kesinlikle aykırı değil, sanki o bina hep ordaydı, diğerleri ile beraber .

Prag’daki şehrin içinden geçen nehir, diğer Avrupa kentlerindeki nehirlerinden farklı, debisi yüksek, bu hem hava sirkülasyonunu sağlıyor, hem de temiz bir görüntü…

Kübizim Müzesi ilk gördüğümde bana, duvara çarpmışçasına bir etki yarattı. Bu kadar yumuşak ritmi olan çevre içinde, oranları küt ve sert, kendini sana hemen fark ettiren bir yapı. İçeri girdiğinizde heykeller, mobilyalar, grafik eserler, küpeler ve vazolar her şeyin kübik bir nesneye nasıl dönüştüğünü ve bir yaşama biçiminin nasıl şekil aldığını görüyorsunuz. Bugün,tasarım kültürünün oluşmasında, bu dönüşümlerin iyi anlaşılması gerektiğini ,artık iyi biliyorum.

MNK

 


This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.